Karagöz Tarihçesi
Gölge oyununun çıkış noktası uzakdoğu,
Çin olarak bilinir. Ticaret ve geziler
sonucu Endonezya, Java ve Hindistan'da
yaygınlaşan gölge oyunu mistik ve dinsel
bir etkiye sahiptir. Türkler Çin ile yakın
ilişkileri dolayısıyla bu sanatı öğrenmişler
ve kendi kültürleri doğrultusunda geliştirmişlerdir.
Uygur ve Budist duvar resimlerinde görülen
tasvirler Çin gölge oyununda da görülür.
Topkapı Sarayı Müzesi'nde eserleri bulunan
Mehmet Karakalem çalışmaları da bunlara
benzer örneklerdir.
Gölge oyunu tekniğinin Türk halk kültüründe
ne zaman Karagöz adını aldığı hakkında
çeşitli görüşler vardır. Bunlardan en
yaygın olanı Bursa efsanesidir. Sultan
Orhan devrinde (1324-1362) Ulucami'nin
yapımında demirci ustası Kambur Bâli
Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası
Halil Hacı Ivaz (Hacivat) çalışmaktadır.
Nekre tipler olan ikilinin arasında geçen
nükteli konuşmalar diğer işçilerin dikkatini
toplayıp, işlerini aksatmalarına sebep
olur. Cami inşaatı yavaş ilerler. Durumu
öğrenen padişah hiddetlenip her ikisini
de idam ettirir.
Yaptığı yanlışlığın bilincine varan padişah
çok üzülür. Padişahın muşahibi Şeyh Küsterî
padişahı teselli etmek için beyaz sarığını
çıkarıp gerer ve arkasına bir sema (ışık)
yakar. Ayağından çıkardığı çarıklarıyla
Karagöz ve Hacivat'ın tasvirlerini canlandırıp
nükteli konuşmalarını seslendirir. Günümüzde
de Karagöz perdesine "Şeyh
Küsterî meydanı" denir ve
Seyh Küsterî Karagözcülüğün pîri - kurucusu
kabul edilir.
Gölge oyunu ülkemize Yavuz Sultan Selim'in
1517'deki Mısır seferi sonrası 16. yüzyılda
gelmiştir. Mısır'ı fetheden Yavuz Sultan
Selim'in Memlük sultanı Tomanbay'ın asılışını
hayal perdesinde canlandıran bir hayal
sanatçısını, oğlu Kanuni Sultan Süleyman'ın
da görmesini arzu ederek İstanbul'a getirmesiyle
gölge oyunu İstanbul'a gelmiştir. Türkler
16. yüzyıl başlarında perde gerisinden
gölge yansıtma tekniğini Mısır'dan almışlardır.
Mısır Memluklarının gösteri yaptıkları
siyah, ışık geçirmeyen, arabesk motiflerle
işlemeli tasvirleri, seffaf ve renklendirilmiş
deri üzerine işleyen Türkler, bu sanata
farklı bir nitelik kazandırdılar. Mısır
oyunlarının olay örgüsünün birbirinden
kopuk yapısını düzenleyip yeni bir biçim
verdiler. Oyun tipleri Osmanlı İmparatorluğu'nun
bünyesinde barındırdığı halklar içinden
ve mahalle geleneğinden seçilmiştir. Karagöz
Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yayılmış,
çevre ülkelerde etkili olmuş, geniş bir
cografyaya yayılmıştır. Karagöz oyunu
Mısır'a tekrar yeni biçimiyle dönüp ilgi
görmüştür.
Nitekim bir çok gezgin, 19. yüzyılda Mısır'daki
gölge oyununu anlatırken, bunun Karagöz
olduğunu, Mısır'a Türkler tarafından sokulduğunu
ve çoğunlukla Türkçe oynatıldığını belirtmişlerdir.
İslam dünyasında bu oyuna "Tayf-ül
hayal", "Zill-i hayâl", "Hayâl-el sitare"
gibi adlar verilmiştir. Bazı İslam
mutasavviflari eserlerinde hayâl sahnesini
dünya'ya, perdedeki geçici hayalleri insanlar
ve diğer varlıklara benzetmişlerdir. Oyundaki
hayaller nasıl perde arkasındaki sanatçı
tarafından oynatılıyorsa, evrendeki varlıkları
da görünmeyen bir yaratıcının hareket
ettirdiği anlatılmıştır.
16. yüzyılda hayâl oyununun yaygınlığını
ve Osmanlı eğlence sanatlarının başlıcalarından
olduğunu gösteren pek çok belge vardır.
Şeyhülislam Ebussuut Efendi'nin (1490-1574)
hayâl oyununu ibret gözüyle seyretmenin
cezayı gerektirmeyeceği yolundaki fetvası
bunların en önemlisidir. Ebussuut Efendi;
"Gerçek biliminde yükselmek isteyenler
için gölge oyununda büyük ibretler olduğunu
gördüm. Kişiler, kalıplar gölge gibi gelip
geçiyor ve çabucak yok oluyor, onları
oynatan ise bakî kalıyor" demiştir.
Karagöz üzerine 17. yüzyıla ait belgeler
daha çoktur. Evliya Çelebi, Naima
gibi yerli yazarların eserlerinden ve
İstanbul'da bulunmuş Avrupalıların anı
ve gezi kitaplarından öğrenildiğine göre
Ramazan ayında kahvehanelerde, başka zamanlarda
da evlenme, doğum, sünnet düğünü vs. dolayısıyla
saray, konak ve evlerde yapılan şenliklerde
oynatılan bu oyunlar Osmanlı toplumunun
belli başlı eğlencelerinden biriydi.
19. yüzyılda da yine sarayın ve halk toplantılarının
gözde eğlencelerinden olduğunu yine yerli
ve yabancı kaynaklardan öğreniyoruz. Abdülaziz
ve II. Abdülhamit devirlerinde bazı Karagöz
sanatçıları Mızıkayı Hümayun himayesine
alınmışlardır. Bu dönemde yetişen Karagöz
sanatçılarının kimisinin tekkelerden (Seyh
Fehmi Efendi, Müstak Baba), kimisinin
medreseden (Darphaneli Hafız Efendi, Hafız
Mehmet Efendi) kimisinin Enderundan (Enderunlu
Hakkı Bey, Enderunlu Tevfik Efendi), kimisinin
katiplikten (Katip Salih efendi), kimisinin
cerrahlıktan (Cerrah Salih efendi), pek
çoğunun da esnaflıktan (Yorgancı Abdullah
Efendi, Püşkülcü Hüsnü Efendi, Kantarcı
Hakkı Efendi, Hamamcı Süleyman Efendi,
Yemenici Andon Efendi, Çilingir Ohannes
Efendi) olduğu görülür.
Saray için getirilen, önceleri saray düğünlerinde
perde diyen Karagöz çok kısa zamanda halka
kendini sevdirdi. Sonuçta Karagöz çeşitli
Hayâlîler eliyle halk arasında büyük rağbet
gördü. Geniş Osmanlı coğrafyasındaki tüm
tipleri bünyesinde barındıran bir folklor,
edebiyat, etnografi, müzik, mizah ve hiciv
sergisi kimliği kazandı.
Esnek yapısı itibariyle doğaçlamaya ve
güncel olayların işlenmesine son derece
açık olan Karagöz perdesi, zamanının en
önemli toplumsal yergi vasıtasıydı.
Halkın beğenmediği hükümet kararlarını
eleştirdiği ve kamuoyunu temsil ettiği
dönemler vardır. Osmanlı'nın son dönemlerinde
Karagöz sanatçıları devlet ileri gelenlerinden
bazılarının hırsızlığını, rüşvetçiliğini
vs. perdede canlandırdıkları için bu taşlamalar
çok keskin bulunmuş, oyunlar yasaklanmıştır.
Devlet ileri gelenlerinin perdeye yansıtılmaları
ağır cezalara bağlanmış, bu yasaklamalardan
sonra Karagöz sıradan, kaba saba bir güldürü
durumuna düşmüştür.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde bir süre daha
yaşayan Karagöz, zaman içinde tiyatronun,
sinemanın daha sonra da televizyonun hayata
girmesiyle önemli ölçüde etkisini kaybetmiştir.
Ancak Karagöz oyunlarının etkisini kaybetmesindeki
sebep sadece teknoloji alanındaki gelişmeler
olmamıştır. 17. yüzyılda başlayan batılılaşma
çabaları yirminci yüzyılın başlarında
etkisini göstermeye başlamış, geleneksel
Türk tiyatrosunun en önemli özelliği olan
doğaçlama geleneği terkedilmiş bunun yerini
batı tiyatrolarında olduğu gibi yazılı
metinler almıştır. Yazılı metne bağlı
kalarak oynatılan Karagöz oyunları, yeni
oyunlar yazılamadığı için çağa ve insanların
kültürel gelişimlerine ayak uyduramamış,
eskiden oynatılan oyunların aynısının
tekrar tekrar perdeye getirilmesi insanların
ilgisini çekmez olmuştur. Ancak doğaçlama
geleneğine geri dönülmesi durumunda Karagöz
eskiden olduğu gibi saygın ve yaygın bir
duruma gelebilecektir, aksi takdirde önümüzdeki
on yıllar içinde Karagöz sanatımız tarih
kitaplarının arasında kalıp yok olmaya
mahkumdur. Günümüzde sayıları azalan Hayâlîler
tarafından yaşatılmaya çalışılmaktadır.